Önceki yazımızda son gelişmeler bağlamında eko politik bir perspektif sunduk. Şimdi Türkiye’nin doğalgaz başarısı özelinde tek sektör odaklı kalkınma modelinin sakıncaları ve Hollanda Hastalığı kavramı kısaca ele alınacak.
Hollanda Hastalığı sendromu, petrol üreticisi ülkelerin ekonomilerinin sadece bu kaynağa bağımlı olmasını tanımlamak için kullanılmaktadır. Bunun dışındaki sektörlerin ekonomiye katkısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Yani ülke ekonomisi tek bir sektöre bağımlıdır. Olası krizlerde tek sektör odaklı ekonomilerin alternatif üretememeleri nedeniyle yoksunluğa girebilme ihtimali oldukça yüksektir.
Politik erk vatandaşlarının refahını artırmak maksadıyla büyük uğraş vermektedir. İktidarda kalma kaygısı nedeniyle yönetilmesi kolay, kısa sürede sonuca ulaştıran iktisadi hamleler çekici görülmektedir. İşte bu noktada hastalık ekonomiye ve iktisadi yaşama nüfuz etmiş demektir. Ekonominin kalkınması ve sürdürülebilirliği, kısa vadeli planlama yanında orta ve uzun vadeli planlamaları da zorunlu kılar. İşte az gelişmiş ekonomilerin temel sorunlarından birisi kimi kaygılar nedeniyle uzun soluklu planlamaların yapılamıyor olmasıdır.
Neden tek sektör bazlı ve kısa vadeli planlama tercih edilmektedir?
Sendrom kapsamına giren sektör ya da sektörler nelerdir?
Türkiye açısında bu iki soruyu cevaplamaya çalışalım;
Siyasetin birincil amacı iktidarını korumaktır. Amacına ulaşmanın en etkili yolu istihdam olanaklarıdır. Türkiye’de bu bağlamda tercih edilen ve desteklenen sektörün inşaat olduğu gözlemlenmektedir. Sektör düşük gelir grubuna sağladığı iş olanakları ve tedarik zinciri çeşitliliği nedeniyle öncelikle tercih edilen bir alan olmuştur. Uluslararası ticaret literatüründe döviz getirici olmayan iktisadi faaliyetler “ticarete konu olmayan faaliyet” olarak tanımlanır. İşte inşatta sektörü bu ananlardan birisidir. Dolayısıyla dış ticaret dengesi bağlamında ticari bir karşılık üretmez. Hatta sektöre verilen teşvikler nedeniyle yurt dışında yapılan borçlanma, dış ticaret dengesinin eksi haneye kaydedilir. Yani ülkenin gerçek manada büyümesi için katkısı olmayan bir sektör kimi (haklı ya da haksız yorumu okurlara bırakıyorum) kaygılar nedeniyle desteklenmeye devam edebilmektedir.
Burada asıl ve en önemli risk dış borçlanmayla finansman sağlanması değildir. Evet asıl risk teşvikler nedeniyle cazip hale gelen inşaat sektörüne ilgi gösteren sanayii ve yüksek teknoloji şirketlerinin varlığıdır. Dolayısıyla kısa vadede istihdamı desteklediği, ekonominin çarklarını döndürdüğü düşünülen girişimler orta ve uzun vadede bir felakete neden olabilme potansiyeli taşımaktadır.
Gelecekte petrol ve türevine yönelik potansiyel keşiflerinde, Hollanda Hastalığı olarak kavramsallaştırılan duruma gebe olduğunu görmek zor değildir.
Lütfen gündeme getirilmesini istediğiniz yapıcı eleştirilerinizi düşüncelerinizi yorumlar kısmından bize ulaştırın. Şimdilik sağlıkla kalın.