Search
Generic filters
Exact matches only

Herkes Ölür ama Herkes Yaşamaz

0 4 sene önce

Herkes Ölür ama Herkes Yaşamaz, Çoğu insan 25 yaşında ölür 75 yaşında gömülür.

Yazılarımda, birlikte alışkanlık kazanana kadar sürecek bir seri şeklinde mezara fikirleriyle, yetenekleriyle ve korkularıyla girmemiş insanlardan bahsedeceğim.

Sana sadece bu insanların sıkıcı hayatlarından bahsetmeyeceğim. Kurgusal bir oyun içinde hikayeleştireceğim ve sen kurduğun bu güçlü zihinsel bağla ruhunu besleyeceksin.

…O günün karanlığında, koca boşlukta önünde tek arkadaşı olarak duran tozlu ve yıpranmış defterine yazdığı günlükteki kelimeleri zar zor seçiyordu kararmış gözleri. Kafası allak bullak olmuştu.  Acaba bir defter olsaydım senden daha mı kötü halde olurdum dostum, ahh alınma yine, sana laf etmek için demedim. Evet evet defterle konuşuyordu bu yüzden içine çok az yazmıştı. Ne zaman ihtiyacı olsa böyle yapardı. Yerden kalktı kireçli bacakları tutulmuştu. Güneşi teninde hissetti  arkasındaki ardıç ağacına yaslandı çok garip hissediyordu. Sanki yine 5 yaşındaydı ve babasının mezarındaki toprak ağzındaydı, yutkunamadı.  Ardından adım atmak için kapalı gözlerini açtı ve çok da bir şey fark etmediği için yeniden kapatıp neredeyse tüm hayatının özü olan karanlığa geri döndü. Birine haber vermek bile istemedi, bu hayatın ona göre olmadığını bütün evrendeki tek hapishanenin bu dünya olduğunu düşündü ve artık toprağın mahkumu olmak, bu düşüncesine acı içindeki kalbiyle inanmak istiyordu.

Gregor Samsanın bir sabah kalktığında kendini böcek olarak bulabileceği bir dünyada neden direniyorum diye düşündü. Hem daha az acı çekerdi belki mahkumu olsaydı toprağın. Bir rüzgar hissetti teninde, kokladı gelen rüzgarı. Yoksa ölen tek oğlu muydu kokladığı ? Bu kokuyu biliyordu, oğlunu doğduğunda koklamıştı. Gözyaşları içinde kaldı, bağırarak ağlıyordu.  Seni kaybettim!! Tıpkı diğer her şey gibi   diye haykırdı. Kulakları artık duymuyordu ve sesi tamamen kısılmıştı. Kendi sesinin esiri olmuş; ruhu, açlıktan kaburgası çıkmış karnı şişmiş aç küçük çocuklar gibiydi. Önündeki kanlar içindeki günlüğünü, kararmış sulu gözleriyle ilk anda bulamadı. Sonra tuttu yırtıp attı en yakın dostunu…

Sanders diğer bütün çocuklar gibi eşit doğdu ancak hayat ona pek de cömert davranmadı. Afrika’da hangi yılda olduğumuzu bile bilmeyen insanlar kadar acı çekeceğinden haberi yoktu. O insanların hayatı boyunca temiz suyu hayal etmesi gibi Sanders da babasının şefkatini ve korumacılığını hayal etti tüm ömründe. Küçükken zıpladığını, duvarları karaladığını veya takla atabildiğini annesine gösteremedi. Kendini bildi bileli büyüktü.

Okula zor da olsa başladığında diğer çocukların babalarıyla okula geldiğini görüyordu hep. İçinde nefret veya kıskançlık olmuyordu çünkü insanın sahip olmadığı, tatmadığı şeyi kıskanması için içinin kötü olması gerektiğini düşünüyordu. Hem düşünmesi gereken daha büyük şeyler vardı; bugün çalışmadığı için önce bütün bir yolu yürümek zorundaydı eve varmak için. İşten gelen annesine yardım etmeliydi. Okulla birlikte idare ettiği yerden gelen bozuklukları verecek annesi de sevinecekti. Sonra annesinin getirdiği malzemelerle yemek yapıp kardeşlerini doyurmak zorundaydı, neredeyse en iyi yaptığı ev işi buydu çünkü eline geçen malzemelerin ne kadar değerli olduğunu biliyordu ve içine özlemle sevgi katıyordu. Sanders hep özlem duyduğu babalığı kardeşlerine yaptı. Oyun oynayacak zaman yoktu hem zaten onun oyunu kardeşlerinin hayatıydı.

Annesi hayatın omuzlarını çökerttiği, göz torbalarının mor damarlarla sarılı olduğu yüzünde tüysüz bir kuşun narinliğini saklayan bir kadındı. Sırtını yasladığı koca dağın yok olmasından sonra hayatla saklambaç oynamayı bırakmış sobelenmeye, neyse o olmaya karar vermişti. Bakımsız olmasının yanı sıra saçları ve geniş postürüyle dikkatini çekiyordu erkeklerin. Yaşlı ve zengin erkeklerin evlerine temizliğe gidip sözlerini sineye çekiyordu ve koskaca evleri tek başına temizliyordu. Hiçbir şey hissetmiyordu ölüm katılığıyla eve gelip sonra yine para kazanmak için gidiyordu. İşten geldiğinde ayakta durmakta zorlanıyordu ve artık Sanders’ın okulu bırakıp yardım etmesine izin vermek zorunda kalmıştı. Doktor eğer böyle çalışmaya devam ederse bedeninin bunu daha fazla kaldıramayacağını söylemişti yıllar önce. Ruhunu bilmiyordu bile ama doktor onun iyiliğini istiyormuş gibiydi.

Sanders okulu bıraktı ilk aklına gelen yere, sürekli önünden geçtiği fırıncıya gitti ve tam zamanlı çalışmak istediğini söyledi. Artık annesine daha çok para verecekti ve çalışmasının karşılığını alacaktı. Önceki çalıştığı petrolde boyundan büyük varilleri oradan oraya taşıdığı halde patronu sadece cebindeki bozuk paraları veriyordu. Fırındaki ikinci gününde annesinin paraya ihtiyacı olduğunu düşündüğü için ustaya gidip ilk haftanın parasını erken vermesini rica etti. Bütün yiyeceklere sevgi yerine nefret katıp bundan dolayı da günden güne satışları düşen kibirli, açgözlü ustası uzaktan bakıldığında göbekli ve çirkin bir elfi anımsatıyordu. Taşıdığı odunları yere bıraktı ve nasırlı elleriyle kaptığı gibi bir odunu Sanders’ın beline savurdu. Acı içinde yığılan Sanders nefes alamıyordu ama hala kulakları ustasındaydı tek istediği annesini mutlu etmekti. Ustası pek de umduğu şeyleri söylemedi üstüne bir de bağırıp çağırıp kapı dışarı etti.

Sanders’ın tek istediği eve gidip kardeşlerine sarılıp neler yaşadığını belli etmeden derin bir uyku çekmekti. Eve geldiğinde kasvetli bir hava yakaladı sanki güneş tüm gün boyunca içeriye kusmuş da içerideki böceklerin derileri kavrulmuş, kavrulurken çıkan sesler ve kokular evin içine işlemişti. Hatta bütün bu olanları annesinin kucağında olan kardeşlerinin yüzünde görebiliyordu. Evde annesinin bahsettiği o doktor vardı ve hayli yakındı annesine. Annesi kucağındaki çocukları kanarya yavrusunun göğsüne masaj yapar gibi sevgiyle güven vererek bıraktı. Ayağa kalktı ve Sanders’a doğru yöneldi. MARGARET!!  diye bağırdı doktor, irkildi gözlerinden korku akan kadın. Sanders’ın küçükken kabuslarında duyduğu gözsüz yaratığın sesine benziyordu bu korkunç, sevgi yoksunu ses. Annesinin iyi sandığı adam Sanders’a baktı  artık birlikte yaşayacağız dedi sonrada çekti gitti. Bayan Margaret Sanders’a gözyaşları içinde sarıldı ve  artık bizi düşünmene gerek yok okuluna geri dön bebeyim dedi. Sanders beline yediği sopanın acısını unuttu tek istediği sarılırken annesinin kalbini hissetmekti ama annesi kendi kalbini ve kız kardeşlerinin kalbini çocukları iyi bir hayat yaşasın diye bu doktora feda etmişti. Annesinin kalbi çoktan kararmıştı, artık atmıyordu. Sanders bunu istemiyordu annesine çok sinirlendi ama ne olursa olsun onu üzmek istemiyordu. Anlından öptü annesini ve içeriye yastık ısırmaya gitti. Kardeşlerine sarılsaydı gözyaşlarını tutamayacağını biliyordu, onlar kızı gibiydi.

Ertesi gün doktor Sanders’ı yanına aldı ve hastaneye gittiler. Doktor çok zengindi ancak zenginliği ve kalbinin güzelliği arasındaki uçurum kuşları bile korkutuyordu. Dev göbeğinin altından geçen kemeri görebilmek için eğilmek gerekiyordu. Kel kafasına sürdüğü zeytinyağlı sarımsak hastanedeki bütün hamile kadınları kusturuyordu. Söylentiye göre burnunun üstündeki bilye büyüklüğünde beni onu neredeyse şöhret yapıyormuş. Ama aksadığı ve sesinin karga kadar çirkin ve boğuk olmasından dolayı kaçırmış. Sanders annesine yardım edeceğine söz vermişti. Bu yüzden bu düşünceleri atıp doktorla yoluna devam etti onun odasına girdiler. Doktor bir anda kapıyı kilitledi ve kapının arkasındaki demir ile Sanders’a vurdu. Sanders dün yediği sopadan sonra aynı yere gelen demirin etkisiyle yere yığıldı. Dün gece ağrısından dolayı uyuyamamıştı daha taptazeydi. Mosmor, şişmiş ve temizlenmediği için orta kısmında beyaz iltihap vardı. Demir bütün iltihabı üstüne döktü. Doktor aldırış etmedi ve  sırf senin aptallığın ve işe yaramazlığın yüzünden annen benimle yıllar sonra yakınlaştı ve eğer anneni vazgeçirecek bir şey yapmaya kalkarsan seni de kız kardeşlerini de öldürürüm  diye bağırdı. Önceden hazırladığı iple bağladı onu. Bu ipi kendisine karşı gelir diye hazır tutmuştu ama Sanders kıpırdayamadı bile. Sander’ı bağladığı sandalyenin üstünde yaralarını sanki hayvan gübresini kürekle toprağa karıştırıyor gibi önce deşti, karıştırdı. Sanders acıdan köpek dişlerini kırdı ve bayıldı. Doktor pansumanı alelacele yaptı ve öylece bıraktı. Akşama doğru geldi doktor, Sanders’ı çözdü ve eve gittiler. Sanders  doktorun burnunun üstündeki bilyeyi kopartıp gözünü söktükten sonra ağzında bu ikisini, koparıp çubuğa sapladığı diliyle dişlerinin dibini kanata kanata karıştırıp yedirmeye ant içti ama yaraları taptazeydi. Sadece yaraların iyileşmesini bekliyordu ama eğer bu vahşi düşüncelerini yaparsa ailesi açlık içinde sürünmeye devam edecekti. Çünkü görenlerin uzaklaştığı bu korkunç adam, Sanders’ı işe alan olursa arasının bozulacağını söylemişti. Sanders bu düşünceler içinde eve geldi annesine bir şey söylemeden odasına gitti. Sanders’ın yanına kız kardeşleri geldi ve uzunca sarıldılar kimse tek kelime etmedi. Sanders tüm gece ağrısından dolayı sızlandı, çok fazla kan kaybetti gece. Sesini çıkartamadı, kendini boğazına kapan kısılmış fare gibi hissediyordu. Boğazında sürekli kan tadı vardı. Bir köpek dişi kırılmış biri de etiyle birlikte kopmuştu gündüz yaşanan olaydan dolayı. Ertesi gün Sanders doktorun bütün getir götür işlerini yaptı doktor hastalar korkmasın diye kanını dindirmek için sert pansumanlar yaptı, sussun diye de yüksek dozda ağrı kesiciler yutturdu. Akşam yemeğine eve döndüler. Masaya oturduklarında kız kardeşi ekmeği almayı unutmuştu. Tek suçu korkudan, dilimlenmiş ekmekleri içeriden getirmeyi unutmaktı. Doktor  CATHERINA!!   diye bağırdı saçından tuttu asıldı. Yere düşen Sanders’ın kardeşi ağlamaya başladı. Doktor tam elini kaldırdığında Sanders elini tuttu ve ona vurma ne sinirin varsa benden çıkart!  diye yalvardı. Doktor ayağa kalktı ve tamam ‘ dedi sessizce. Kapının yanında duran demiri Sanders’ın yarasına 3 kere vurdu bu kemiğin gözükmesi için yeterli oldu. Sanders uyandığında göğsünde bir damla hissetti. Gözünü açtığında annesinin kanlı yaşlarının döküldüğünü gördü ve kız kardeşlerinin yıllarca özenle bakıp ördüğü saçları yoktu. Onları kendi elleriyle yıkayıp örüyordu, kız kardeşlerinin kafaları yara bere haldeydi. O şerefsiz kazımıştı kafalarını. Sanders hepsinin kendi suçu olduğunu düşündü annesine ve kardeşlerine bir şey demeden belindeki sargıyla ayağa kalktı önce düştü, sonra bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha… Uyandığında hastanedeydi ve doktor içeri geldi.  Eğer defolup gidersen birdaha ailene zarar vermem ‘  dedi sakince. Sanders’ın güvenmekten başka şansı yoktu giyindi ve gitti.

Sanders psikolojisi darmadağın, nereye gideceğinden habersiz yapayalnız çıktı yola. Tek hedefi doktorun  burnunun üstündeki bilyeyi kopartıp gözünü söktükten sonra ağzında bu ikisini, koparıp çubuğa sapladığı diliyle dişlerinin dibini kanata kanata karıştırıp yedirmekti. Kolay ölmesini istemiyordu. Güçlenmeli ve para kazanmalıydı ancak daha yarasından dolayı düzgün yürüyemiyor ve uyuyamıyordu. Hoş zaten sokakta ilk gecesiydi bu. Ertesi gün giden askerleri gördü eğer askerlik yaparsa hem güçlenir hem de para kazanabilirdi ama yaşı yetmiyordu. Bunları sesli düşündüğü için arkasında askerlik için hazırlandığı belli olan sinek kaydı tıraşıyla ve güneşin kafasında yeniden şekillenebileceği kadar parlak bir adam vardı. Adam gedik dişleriyle gülümsedi, boyu da hayli kısaydı gerçekten çok komik gözüküyordu. Sanders’ın nadır anlarından biriydi, o gülümsemişti.  Sonra kız kardeşlerinin yara bere kafaları aklına geldi yüzündeki tebessüm acı içinde kıvrandı ve yerine çökük çeneli bir adamın yaşadığı hüzne bıraktı. Adam  Sen neden asker hazırlıklarını tamamlamadın gayet büyük gözüküyorsun  dedi. Sanders sessizce adama baktı söyleyeceklerinin belki işe yarayabileceğini düşündü. Adam devam etti  Yeterince büyük gösteriyorsun neden kimliğini değiştirip hemen gelmiyorsun?  dedi. Duyduklarına inanamadı tanrı mı gönderdi acaba diye düşündü; yine sesli düşündüğü için adam güldü ve kafasını evet der gibi salladı. Sanders’ın adama ilk söylediği şeyler şunlardı   Demek tanrıya inanıyorsun, üzgünüm dostum ama ben aynısını söyleyemem. Ben çoğu zaman yalnızdım ve şimdi seni şans çıkardı karşıma  . Adam aksini düşünür gibi kafasını salladı. Sanders devam etti   Tanrı savaşmam için seni gönderdi öyle mi? Sizin bu tanrınız neden daha iyi zamanlarda gelemiyor?  Her şeyi istediğinde yapıyor, bizim ihtiyacımız olduğu zaman değil ya da belki benim acı çekmem gerekiyordu. Hem acı çekmem gerekse bile tanrı istediğinde yapabiliyorsa neden evreni 6  günde anca yaratabildi?   dedi. Adam afalladı ve diyecek bir şey bulamadı bir anda bu soru da nereden çıkmıştı ?. Sadece yaşını hangi binada büyütebileceğini eliyle gösterdi ve uzaklaştı. Sanders adamın gösterdiği eski püskü binaya girdi ve zaten kimliği yanında değildi. Yere düşmüş bir kimliği aldı ve uzaklaştı. Ne parası vardı kimlik yaşını yükseltecek ne de insanları ikna edebilirdi buna. Sakalını yerden bulduğu cam parçalarıyla kesti çenesi kan içinde kalmıştı. Saçlarını da aynı cam parçalarıyla kısalttı. Arabaya bindi ve gitti amerikan donanmasına. Askerliğe alışamadı buraya ait değildi ve doktordan asla istediği gibi intikam alamayacağını anladı çünkü o öldürmek istemiyordu. Bir keresinde karşısında duran düşmana tetiği çekemediği için ölüyordu. Bir daha yüz yüze çarpışmaya gönderilmedi ama ayda bir sırası gelince enfes tavuk yapıyordu ve bu askerdeki en sevdiği şeydi. Zihninin hapishanesinden kurtuldu. İnsanları öldürmek yerine beslemeyi istiyordu. Sakinleşti aklını topladı, insanlarla iletişim kurdu ve psikolojisini düzeltti.

Bir yıl sonra askerden geri gelmişti asıl şimdi yaşı yetiyordu askerliğe ailesinin yanına gidemezdi çünkü doktoru öldüremeyeceğini askerde anlamıştı. Yürüdü, sadece yürüdü karşısına iş ilanı çıktı hemen koştu. Evet koşabiliyordu rahatça askerliğin ilk aylarında askeri sıhhiyede iyileşmişti. Görüştüğü adam tarafından kabul edildi. Çok küçük bir geliri kabul etti ve trenlerde kondüktörlük yapmaya başladı. Bir gün işini yaparken bir kadının ona baktığını fark etti. Daha birkaç hafta geçti bunun da mahvolmasını hiç istemiyordu. Sorun olmadığı belliydi Sanders’ın hoşuna gitti bu bakışlar. Masmavi giyinmiş, ipek gibi saçları ve ceylan gibi gözleri olan kadın dikkatini çekti Sanders’ın. Biletini göstermesi için rica ettiği kadın bileti verirken Sanders’ın eline dokundu ve dokunurken Sanders onun ne kadar nazik ne kadar tatlı olduğunu düşündü. Gamzelerinde bakakaldı Sanders, annesinin gamzelerine ne de çok benziyordu. Kadın kirpiklerini hızlı hızlı kırpıp uyandırmaya çalıştı rüyaya dalan bu derin bakışlı adamı. Sanders sonunda ayıldı ama bu onun için ilkti ve bu şefkatli narin elin çekildiğini fark edince çok üzüldü. Bu hayalin içindeki kadının ismine biletten bakmıştı ismş Josephine’di. Dünyadaki her şey Josephine oldu Sanders için çiçekler, gökyüzü, ağaçların üstünde birbirlerine kur yapan kuşlar… nereye baksa orası Josephine oluyordu. Sürekli sayıklıyordu ve hep gözleri onu aradı. Haftalar sonra yine geldiler karşı karşıya bu sefer yanına oturma cesareti gösterdi Sanders. Tir tir titriyordu bu narin ve yarısı kadar olan kadının yanında. Sanders döndü ve evlen benimle! dedi. Kadın şok oldu ama ilk görüşte aşktı onlarınki, bu kadar hızlı olmasının doğru olup olmadığını düşünürken evet sözleri döküldü kıvrımlı dudaklarından.

Sanders ve Josephine 3 çocuk dünyaya getirdiler ama tek oğlan çocuğu diğerlerinden garipti. O sıralarda bir müşterinin üstüne yanlışlıkla çay döktüğü için patron onu çağırmıştı.   Üzgünüm Sanders çay döktüğün adamlara bundan sonraki hayatında dikkat edersen iyi olur  dedi. Sanders işinden kovulmuştu eve geldi son yıllarda pek anlaşamadığı karısıyla yine tartışmışlardı. Çocuğun ilaçlarını karşılayamadığı gibi onu hastaneye bile götüremiyordu Sanders ve ilk görüşte aşık olduğu eşi tüm ailesini Sanders ile evlenebilmek için karşısına almıştı. Bi anda sefalet içine düşmek ve bu şekilde yaşamak onu çok yormuştu. Sanders eve doğru yürürken bunları düşünüyordu. Eve geldiğinde minik oğlunun karısının elleri arasında kafası geriye doğru düşmüş dudakları hafif açık ve gözleri kapalı bir şekilde durduğunu gördü. Karısının yüzünü hiç böyle görmemişti. Çektikleri zorluklar onun yüzünde asil izler bırakmıştı ama şu an gördüğü yüz bembeyazdı. Sanki çocuğu yerine acı çekmeye çalışıyor gibiydi. Sanders dizlerinin üstüne çöktü dakikalarca öyle durdu. Oğlu onun yüzünden ölmüştü derme çatma evlerinin ahşap zeminine yumruk atmaya başladı. İçerideki kızları ağlamaya başladı seslerden dolayı. Sanders’ın işaret parmağının kemiği yan taraftan gözükebilecek kadar aşındı. Josephine ile göz göze geldiler ve tırnaklarının kanlar içinde olduğunu fark etti. Yumruk vurduğu yerin yanı kanlı tırnak parçalarıyla doluydu. Aşınan gömük ahşap tamamen kanla doluydu parça tırnaklar yüzüyordu. Bağırarak ağlamaya başladı anlından geçen damarlar mosmor oldu. Josephine  sadece biraz daha devam etmesine göz yummuş olsaydı burnundan akan kanlar yüzen tırnakların olduğu gömüyü taşıracaktı. Kimseye haber vermediler ve tüm gün öyle beklediler. Josephine ve Sanders birbirini düşünmedi sadece kız çocuklarını düşündüğü için hareket ettiler. Sanders çocukların yanına giden eşine döndü  Başka çocuklarımız da ölebilir işten atıldım’ dedi. Karısı o andan itibaren iki kızını da alıp ailesinden af dilemeye gitti ve Sanders kan dolu evde tek başına ölmeyi bekledi. Ayağa kalktı ve dışarı çıktı koşabildiği kadar koştu cebinde hep taşıdığı babasından kalma boş günlüğü vardı. Bacakları çatlayana kadar koştu, ayağı takıldı ve ardıç ağacına kafasını çarptı. Bayılmıştı galiba gözlerini açtı o günün karanlığında, koca boşlukta önünde tek arkadaşı olarak duran tozlu ve yıpranmış defterine yazdığı günlükteki kelimeleri zar zor seçiyordu kararmış gözleri. Kafası allak bullak olmuştu.  Acaba bir defter olsaydım senden daha mı kötü halde olurdum dostum, ahh alınma yine, sana laf etmek için demedim. Evet evet defterle konuşuyordu bu yüzden içine çok az yazmıştı. Ne zaman ihtiyacı olsa böyle yapardı. Yerden kalktı kireçli bacakları tutulmuştu. Güneşi teninde hissetti  arkasındaki ardıç ağacına yaslandı çok garip hissediyordu. Sanki yine 5 yaşındaydı ve babasının mezarındaki toprak ağzındaydı, yutkunamadı.  Ardından adım atmak için kapalı gözlerini açtı ve çok da bir şey fark etmediği için yeniden kapatıp neredeyse tüm hayatının özü olan karanlığa geri döndü. Birine haber vermek bile istemedi, bu hayatın ona göre olmadığını bütün evrendeki tek hapishanenin bu dünya olduğunu düşündü ve artık toprağın mahkumu olmak, bu düşüncesine acı içindeki kalbiyle inanmak istiyordu. Gregor Samsanın bir sabah kalktığında kendini böcek olarak bulabileceği bir dünyada neden direniyorum diye düşündü. Hem daha az acı çekerdi belki mahkumu olsaydı toprağın. Bir rüzgar hissetti teninde, kokladı gelen rüzgarı. Yoksa ölen tek oğlu muydu kokladığı ? Bu kokuyu biliyordu, oğlunu doğduğunda koklamıştı. Gözyaşları içinde kaldı, bağırarak ağlıyordu.  Seni kaybettim!! Tıpkı diğer her şey gibi  diye haykırdı. Kulakları artık duymuyordu ve sesi tamamen kısılmıştı. Kendi sesinin esiri olmuş; ruhu, açlıktan kaburgası çıkmış karnı şişmiş aç küçük çocuklar gibiydi. Önündeki kanlar içindeki günlüğünü, kararmış sulu gözleriyle ilk anda bulamadı. Sonra tuttu yırtıp attı en yakın dostunu.

Sanders ölmek istiyordu ki zaten çok da yakındı buna. Oğlunun kokusunu aldı yine bu sefer bağırmak gelmedi içinden içine çekti. Hem diyaframı hem de akciğerleri oğluyla doğdu. Bir şeyler hissetmeye başladı, kalbinin sesi gök gürültüsü gibi gelmeye başladı. Kulakları hala bir şey duyamıyordu haykırdığı için ama kalbinin sesi  öyle yükseldi ki. Oğlunun kendisiyle konuşmaya çalıştığını anladı. Kız kardeşlerinin ve annesinin kokusunu da getirdi bu rüzgar. Ölmek istemiyorum!!  dedi. Sesini duyuyordu artık. Galiba iki gündür buradaydı, gözleri düzelmeye başladı. Nerede olduğunu bilmiyordu her tarafta kanlarını görüyordu. Nasıl olur da ölmem bu kadar kanla diye düşündü. Bir söz verdi kendine bunca olaydan sonra ne olursa olsun istemediği bir şeyi yapmayacak ve sevdiği şey için yaşayacaktı. İyi ama neredeyse her konuda yeteneksizdi ve hayatı berbattı. Yine karamsarlığa düştü ama ölmemişti işte, yaşıyordu. Yıllarca denedi bulaşık yıkadı, sigortacılık yaptı hatta bir keresinde hukuk okumaya karar verdi. Hem bu sayede annesi ve kız kardeşlerinin kalbinin doktorun elinde çürümesinin bir anlamı olacaktı. Onları görmek istiyordu sanki onları görürse o sihirli andaki gibi yine koklayıp bir şeyler çözebilirdi. Ailesine bakmak için uzunca yol kat etti sonra onları bahçede gördü. Bırakıp gittiği zamanları hatırladı. Kız kardeşlerinin saçları omuzlarına kadar gelmişti. Annesi mutluydu peki ama doktor neredeydi? Yanlarına gitmek için tam hareketlenirken doktoru fark etti yeniden saklandı çitin arkasına. Doktor çimlerde yatıyordu iyi ama neden hareket etmiyordu? Sanders çok şaşırmış bir yandan sevinmiş bir yandan o yılları hatırladığı için doktora olan nefreti yeniden canlanmıştı. Doktor yarım saat boyunca hareket etmemişti ahhh gerçekten olabilir miydi doktor felç mi olmuştu ? ama nasıl ? Sanders, ailesinin karşısına çıkmaya cesaret edemedi daha kendi ailesine sahip çıkamamıştı. Annesinin içeriden tavuk getirdiğini gördü kız kardeşlerine. Dank etti kafasına o da çimlere yattı, kendini doktor gibi hissetti. Bütün bedenine ve hayatına  zulüm etmişti o da. Küçükken kız kardeşlerinin gülümsemesini bu tavukla sağlıyordu, askerde insanlar birbirini öldürüp sonra onun tavuklarıyla neşeleniyordu. Bir anda ayağa kalktı Sanders; gözleri parlıyordu, elleri titriyordu ve  tek düşündüğü insanları bu şekilde mutlu etmekti. Ailesine son bir kez daha bakmak istedi. Ve nE ?

İlk önce annesinin çığlığını duydu, çok güçlü bir sesti muhtemelen 3 sokak ötesinden duyulmuştu.Etrafta insanlar toplanmaya başladı, anne donmuştu çünkü doktor karşısında dikiliyordu. Doktor sesin etkisiyle geri çekilmişti bacakları uzun süren felçten sonra bu ani hareketi hoş karşılamadı. Bacaklarının acısıyla doktor hafif iniltiler çıkardı sonra Margaret!!  dedi. Sanders her an bir şey olabilir diye hazırda bekledi ama aynı zamanda çok şaşkındı çünkü ikisi de aynı anda hareket edebilmeye başladı. Doktor Margarete doğru aksak adımlarla yaklaştı, aralarında bir metre kalmışken Sanders belinden kavrayarak yere düşürdü. Bir gariplik vardı doktor hiç mücadele etmiyordu. Başta bunun yeni felçten kurtulmuş olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyordu. Annesiyle göz göze geldi altında o zalim doktor olduğu için bu senfoniyi daha sonra da yapabileceklerini düşündü. Doktor   Kalk bakalım koca oğlan yapmam gereken şeyler var  dedi. Sanders kendisiyle ilk defa zarar vermeden konuşan bu adama şaşkınlıkla baktı. Ayağa kalktı ve bekleyen annesine sımsıkı sarıldı. İkisi de gözyaşları içindeydi. Annesinin eskisi gibi büyük postürü yoktu hayattan daha fazla zevk alan nadir kadın duruşu vardı. Saçları ipek gibiydi ve bakımlıydı. Anlaşılan kız kardeşlerin içeride kalmasını iyi tembihlemişti. Abisini gören kız kardeşler sımsıkı sarıldılar gözyaşları içinde. Ne kadar da büyümüşlerdi. Kaybedecek zaman yoktu doktorun yanına indiler, kimse alışamadı saatlerce doktorun bu haline. Doktor ne kadar pişman olduğundan bahsederken hiç kimsenin yüzüne bakamıyordu. Sürekli ağlıyordu tüm hayatını yanlış yaşadığını kimsenin kalbinde bir iz bırakmadığından bahsediyordu. Odadakiler ona acırken masanın üstündeki suyu içmek istedi. Çok susamış olduğu, suyu yüzüne ve üstüne dökmesinden belli oluyordu. İçti ve acı içinde kıvranmaya başladı son yudumunu aldıktan sonra. Suyun değdiği her yeri eridi, yerde öyle acılar çekiyordu ki. O burnundaki bilye erimişti, ağzı önce sağa eğildi ardından yere düştü, dudakları ahşabın rengini kararttı. Odadaki herkes sadece izleyebilecek kadar hareket edebildi. O neredeyse tamamen erimişti, kalan kafatası ve dişleri bile zar zor görülüyordu.  Bunlar olurken öyle güzel kokular yayılıyordu ki  bu bedenden, sanki bütün güzellik içine gömülmüş de hiç çıkarmamış gibi. Neler olduğunu kimse anlamıyordu. Sanders oğlunun kokusunu bu güzel kokular arasından aldı.    Seni kaybetmedim, sen kendimi bulabilmem için gittin, tıpkı babam gibi   diye mırıldandı. Bütün aile sımsıkı sarıldı birbirine herkes ağlıyordu aynı zamanda da şaşırmış haldeydi.

Bütün aile biriken parayla yol üstünde bir yer açtı ancak ilk aylarda gelen sınırlı müşteri ve fazla masraf sebebiyle hayli borçlandı aile. Artık birlikteydiler ve bunu başarabileceklerine inançları tamdı. Kulaktan kulağa yayılmaya başlıyordu Sanders’ın tavukları. Borçların bir kısmını ödeyecekleri para birikmişti, aile evde eğlence düzenlerken aldıkları bir haberle apar topar alev topu mekanlarını gördüler. Hepsi diz üstüne çöktü ve bütün hayallerinin yıkılışını izledi. İçeride borçlarının bir kısmını ödeyecekleri para vardı üstüne üstlük artık kullanılamaz haldeydi. Sanders dayandı bir borç daha aldı ve yeniden açtı. İşler iyi gidiyordu ve borçları azalmıştı. Ailesiyle mutluydu ama sonrasında devletin açtığı yere giden yolları mahvetmesinden sonra müşterileri giderek azaldı. Bıraktı daha fazla çabalayacak gücü kalmamıştı. Her şeyini sattı ve borçlarını ödedi. Başa geri döndüler ailecek ne borç ne para vardı. Yine başkasına muhtaç olacağını düşünen ailesini gördükçe yüreği parçalanıyordu. Komşuları lezzetini bildiğinden satın alıyordu tavukları ama bu hiç yeterli değildi. Ailecek çölde kimi parçalayıp yiyeceklerini düşünen dört zavallı gibi oturdular ve birbirlerine baktılar. Sanders   ne kadar sürerse sürsün bir yer bulup satacağım tavuklarımı    dedi. Bütün aile bu kadar olumlu ve ümitli bir konuşmanın üstüne tek kelime etmedi. Bütün ailenin içinde umut tohumları yeşeriyordu, can suyunu vermişti Sanders.

Sanders bütün emekli maaşını ortaya koydu ve topadığı zaman 105 dolar ediyordu. Kendini işe yaramaz ve bu dünyaya ait değilmiş gibi hissetmenin zamanı değildi ailesine bir söz verdi, oğluna bir söz verdi. İşe yakındaki mekanlardan başladı. Onlarca yere başvurdu hepsi sadece reddediyordu. Daha çok hazırlanıp daha iyi sunuyordu her seferinde yaklaşıyordu ama kimse kabul etmedi. Yakın şehirdekiler bile bitmişti yüzden fazla yere başvurmuştu. Ailesi çabasına destek veriyordu ama tanıştıkları kimse bu kadar inatla denememişti. Etraftaki insanlar ne kadar aptal olduklarından bahsedip onlardan uzaklaşmaya başladı. Sanders eski ailesiyle her şeyini satmadan önce, yakınlaşmıştı sahtekar bir politikacı gibi  vaatlerdebulunmuştu  aslında dürüst ve iyi bir adamdı ama artık hayatında ne yapmak istediğini biliyordu hepsi bu. Sanders ve ailesi tekti diğerlerine karşı ve dirençleri kırılmaya başlıyordu. Sanders annesi ya da kız kardeşi fark etmeksizin bu konu hakkında olumsuz konuşturmadı. Kara kara düşünüp nereye sunarsa kabul edilme şansı daha yüksek diye düşünüyordu. Sonraki yerle toplamda 173. başvurduğu yer olacaktı. Orası da kabul etmedi. Ailesi ümidini kesmişti ve Sanders’ın pes edeceği zamanı bekliyorlardı. O pes etmedi Babasını düşündü devam etti, oğlunu düşündü devam etti, doktoru düşündü devam etti, en acılı anları ve en mutlu anları düşündü. Daha fazla acı istemiyordu dayanmak zorundaydı. 300 kere denedi, olmadı.Ailesiyle arası bozulduğunda 524.denemesini yapmıştı. Sadece yol parası bile çok daha fazlaydı. O zincirinden kurtulmuştu ve sokakta yatmaya razıydı. 800. kez denedi gerçekten çok yakındı evet diyecekken araya giren bir sekreter her şeyi bozmuştu. Geminin geleceğinden emindi ama 1000 kere denemişti. Şimdi oturduğu deniz kenarında bine kadar saysaydı çoktan uyuya kalırdı. Deniz yıldızları ve gökteki yıldızlar onun uykusundan faydalanıp yer değiştirirdi belki. Onların sevgili olduğuna inanıyordu. Evden çok uzak oluşunu ve ailesini ne kadar özlediğini düşündü. Her seferinde yanlış giden neydi? Gerçekten bırakmalı mıydı? Evden niye bu kadar uzaktaydı?  Sustu, uzandı kıyıda öylece.

Sanders denemeye devam etti ve 1009 da başardı. Ürün başına 5 sent alacaktı. Sanders’ın iki ailesi de inanamadı bu habere, herkes çok mutlu ve Sanders’a karşı mahcup hissediyordu. 5 Senti duyan insanlar püskürerek güldüler. Sanders yüzlerce restoranla anlaştı ve başardı. Sanders aptal değildi hayalini asla bırakmadı sadece mücadele etmekten yorulmuştu ve korkuyordu, çok paranın onu da doktor yapmasından. Her hayal bir hayalperestle başlıyor gerçekten’ diye geçirdi içinden, şirketi satacağı sözleşmeyi  imzalarken. Ailesine düzenli gelir sağlaması ve insanların ilham alması için tontiş yüzü oldu KFC‘nin. Mezara fikri, yeteneği ve korkularıyla girmedi.

Hepimize ilham olması dileğiyle…

ALBAY HARLAND SANDERS – KFC

   9 EYLÜL 1890 -16 ARALIK 1980

Bir Cevap Yazın

X